Recai GÜLER/Hürriyet Bursa
COVİD-19 virüsü dünya genelinde etkisini azaltmaya devam ediyor. Hepimizin kaygı duyduğu bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatabilmemiz için uyarılara kulak vermemiz gerekiyor. Alınan koruma önlemlerine titizlikle saygı duyuyoruz. Hürriyet Bursa olarak iş ve sosyal hayattan tanınmış isimlerin katılımıyla “Yeni Normal” sürecine ilişkin bir yazı dizisi hazırladık. Bu süreçten nasıl çıkacağımız çok önemli. Umarım birlikte başarılı oluruz.
GÜLNUR SEYMEN: ERKURT HOLDİNG İLETİŞİM BAŞKANI
– Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
İlk, orta ve yüksek öğrenimimi Bursa’da tamamladım. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümünden 2002 yılında mezun oldum. Kariyerime Ankara’da Yunus Marketler Zinciri Reklam ve Pazarlama bölümünde çalışarak başladım. Üniversitede son sınıftaydım. İki yıl sonra evlendim, Bursa’ya taşındım ve Aras Kargo’da önce şube müdürü, ardından bölge satış müdürü oldum. 2007 yılında profesyonel alanıma geri döndüm. Avrupa’da da faaliyet gösteren Eroğlu şirketler grubunda kurumsal iletişim departmanının oluşturulmasına öncülük ettim. 4 yıl boyunca Almanya ve Türkiye’de bu dairenin başkanlığını yürüttüm.
KARİYERİME DEVAM EDİYORUM
Erkan Seymen, Şevval Nur Seymen, Gülnur Seymen
Pırlant Saat’te 4 yıl kurumsal iletişim yöneticisi olarak çalıştım. Bu şirkette 20 markanın pazarlama iletişimini yönetirken aynı zamanda şirket bünyesindeki moda blogları ve dergilerde editör olarak çalıştım. Daha sonra Bursa’da otomotiv alt sektörünün köklü firmalarından Coşkunöz Holding’de 4 yıl kurumsal iletişim departmanı başkanı olarak çalıştım. Endüstriyel mutfak sektörünün lider firması İnoksan’da Kurumsal İletişim Müdürü olarak çalıştıktan sonra otomotiv alt sektörüne geri dönerek kariyerime “Global Olmak” vizyonuyla sektörde fark yaratan Erkurt Holding’de devam ettim. bir iç iletişim ekibinin lideri olarak. Evliyim ve bir çocuk annesiyim.
– ‘Yeni Normal’ sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Birey olarak gerekli özeni gösteriyor muyuz?
“Yeni Normal” değişen koşulları kabullenme ve uyum sağlama sürecinin herkes için geçerli olduğunu hissettiren bir tanımdır. Adından da anlaşılacağı gibi, bir zamanlar tuhaf olduğunu düşündüğümüz birçok unsurun hayatımızın bir parçası olmasının “normal” olduğunu anlatıyor. Maske ve dezenfektan kullanımının ötesinde ihtiyaçların değiştiği bir dönemdeyiz ve bir zamanlar normal saydığımız birçok şeyi sağlığımız için tehdit olarak görmeye başlıyoruz. Değişen ihtiyaçlar tercihlerimizi de değiştirdi ve bu da elbette iş modellerimizi, mesleklerimizi, kısacası yaşam biçimimizi değiştirdi. Ve bu çok hızlı ve kolektif olarak gerçekleşti.
YENİLİKÇİ ÇÖZÜMLER BULDUK
Bana göre “Yeni Normal”, küresel vatandaşlık kavramından sonra daha çok konuşmaya başlayacağımız bir “ortak dünya kültürü” yarattı. Bu süreçte ülke olarak salgının başladığı dönemde aldığımız önlemlerin gevşetildiği aşikar. Hayat elbette devam ediyor ama eskisi gibi devam etmediğini anlamalı ve kabul etmeliyiz. Bu süre zarfında biz de çok yenilikçi çözümler bulduk ve kendimize “Daha önce neden böyle değildi?” diye sorduk. Bahsettiğimiz tedbirlerin birçoğuyla bir anlamda “hijyene ve sağlığa değer veren” bir nesil yetiştirmenin temellerini atmış olduk.
– Firma olarak dış pazarlara da satış yapıyorsunuz. Sınırlar kapatıldığında alternatif olarak ne yaptınız?
Bu süreçte operasyonlarımıza ara vermedik. Potansiyel müşterilerimizle iletişim halinde kaldık ve şirketimizi, çalışmalarımızı, araştırma ve geliştirme projelerimizi tanıttık. Bu süreci yeni faydaları olan bir fırsat olarak değerlendirdik. Yeni normale döndüğümüzde makinelerimizin daha verimli çalışmasını sağladık ve eğitim faaliyetlerimizi dijital ortamda kesintisiz olarak sürdürdük. Aynı zamanda sağlığımızı korumak için koruyucu maske ve entübasyon kabinleri üreterek bu dönemi hem çalışanlarımız hem de toplum için değere dönüştürdük.
– Erkurt Holding kültürünü nasıl tanımlarsınız?
Milli üretimi tüm dünyaya yaymayı hedefleyen, faaliyet gösterdiği her alanda küresel bakış açısıyla hareket eden bir kuruluştur. Erkurt Holding çalışanları kendilerini gerçekten ailenin bir parçası olarak hissediyor ve şirkete güveniyorlar. Bağımsız bir kuruluş tarafından gerçekleştirilen değerler anketimizin sonuçları da şirketimizin güvene dayalı bir ilişkiye sahip olduğunu doğrulamaktadır. “Etik İlkeler itibarımızın teminatıdır” yaklaşımını “Etik Çizgi” gibi uygulamalarıyla uygulayan ve bunu aldığı ödüllerle pekiştiren bir firmada çalışmaktan mutluluk duyuyorum.
– Şirketinizdeki uzun vadeli kariyer fırsatları nelerdir? Çalışanlarınızın mesleki gelişimini nasıl destekliyorsunuz?
Şirketimiz hem ofis hem de saha çalışanlarımıza yönelik “KariyERkurt” adı altında mesleki gelişim programları sunmaktadır. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren doğan gençlerin eğitimini ve gelişimini desteklediğimiz G² Gençlik Geleceğimiz projesi ile gençlerin mesleki yollarının eğitimini destekliyoruz.
‘SOSYAL ALANDA YOL DEĞİŞİKLİĞİ YAPILMALI’
-Kadının çalışma hayatındaki konumunun arttırılması için neler yapılabilir sizce?
Bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitliğinin sadece bazı grupların gündemi olmaktan çıkıp ulusal bir hedef haline gelmesi ve toplumsal alanda köklü değişiklikler yapılması gerektiğini düşünüyorum. Toplumun kurucu unsuru olan ailelerin eğitim düzeyinin yükseltilmesi ve bilinçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Kız çocukları kadar erkek çocukları da bu bilinçle yetiştirilmelidir. Kadınların kendilerini daha güvende hissetmeleri için, üzülerek kınadığımız kadına yönelik şiddet ve tacize karşı caydırıcı kararların alınması ve kadınların kendilerine daha fazla güvenmeleri gerektiğini düşünüyorum. Kadınların çalışma hayatlarında güvenli bir şekilde çalışabilmeleri için şirketlerin de gerekli önlemleri alması gerekiyor.
-İnternetteki canlı yayınlar hakkında neler söylemek istersiniz?
Samimiyet ve güven bu dönemin en çok tartışılan kavramları olma yolunda bir adım daha attı. Kurumsal iletişim her zamankinden daha önemli hale geldi. Bu süreçte canlı internet yayınlarının, iki yönlü iletişim kurma ve daha geniş kitlelere ulaşma amacının yanı sıra, artık çok aranan değerler olan “samimiyet ve güven” oluşturma açısından da avantajları olduğuna inanıyorum.
– Pandemi süreci kişisel olarak sizi nasıl etkiledi? Hayatınızda neler değişti?
Pandemi sürecinde hem mesleki hem de kişisel olarak değişimler yaşadım. “Anlık ve sürdürülebilir iletişim” anlayışıyla çalışanlarımızla çok yoğun ve profesyonel iletişim kurduğumuz bir dönem yaşadık. Bu süreçte farklı iletişim kanallarına bilgiyi en anlaşılır ve en hızlı şekilde sunmaya çalıştık. Aslında pandeminin “empatinin” çalışmalarımızı çok daha etkili yönlendirdiği bir dönem olduğunu söyleyebilirim. Çünkü hepimiz şaşkındık, endişeliydik ve umuda muhtaçtık. Bu talepler işimizi yapma biçimimizi değiştirdi. Beni tanıyanlar çok iyi bilirler ki, insanın iç dengesini bozacak hareketlerden kaçınan, aşırı istek ve hırsları olmayan bir karaktere sahibim.
HAYATIMDA ÇOK ŞEY DEĞİŞTİ
Bu süre zarfında çok az şikayet ettiğim konular gündemimden düştü ve bir anda küçük sorunlar gibi görünmeye başladı. Sorun dediğim şeyleri bile hayatın bir parçası olarak gördüm ve kabul ettim. Yaşadığımız durumun hassasiyeti beni daha temkinli ve sakin bir insana dönüştürdü. Ve yaşadığımız her anın bir hediye olduğunu bana bir kez daha hatırlattı. Bu süreç ruhsal olgunluğumu, ev ve iş rutinimi arttırdı. Günde birkaç kez ellerimi yıkamak, her şeyi dezenfekte etmek, marketten aldığım bir çikolatayı bile ambalajını dezenfekte etmeden tüketememek, maskem olmadığında ayakkabısız dışarı çıkıyormuş gibi hissetmek artık ” benim için normal” Ancak çocukluğumdan beri pek sevmediğim ama toplumumuzda geleneksel olan buluşmalarda öpüşmekten kaçındığım için de mutlu olduğumu söyleyebilirim. Şaka bir yana, özel ve iş hayatımda pek çok şey değişti; Açıkçası ben de değiştim.
-Koronavirüs sonrasında teknolojik ve ekonomik gelişmelerle birlikte yeni bir dünyaya gireceğimiz yönünde yaygın bir konuşma var. Bu konu hakkında düşünceleriniz neler?
Sanırım bu adımı çoktan attık… Eskisi gibi düşündüklerini, düşündüklerini kim söyleyebilir? Turizmden sağlıktan gıdaya, bilişimden bilişime kadar birçok sektörü değişime zorlayan devrim niteliğinde bir olayın ardından kendimizi adeta o dünyanın içinde bulduk diyebilirim. Böyle bir ortamda dijitalleşmeyen, tüketicinin “güvenlik” ihtiyacını karşılamayan ürün ve hizmetlerin uzun ömürlü olmayacağını düşünüyorum. Otomotiv ve tekstil sektörlerinin bu süreçten çok etkilenebileceğini düşünüyorum. Yakın zamanda binek araçlarda nanoteknoloji ile kendi kendini dezenfekte eden koltukların kullanıldığını, hatta toplu taşımada zorunlu hale geldiğini görebiliriz. Teknolojik gelişmelerin zorunluluk olduğu bir çağda yaşadık ve yaşamaya devam edeceğiz. Zorluklar insanları değiştirir ve değişim yeniliği teşvik eder. Yenilenemeyen şey kaybolur. Bunun yüzyıllardır süregelen bir döngü olduğunu düşünüyorum, bazı şeyler bu döngünün tamamlanma sürecini ancak kısaltabilir; tıpkı yaşadığımız salgın gibi…
“KİTAP YAZMAK İSTİYORUM”
-Hadi biraz hayallerinizden bahsedelim. Kendinle ilgili hayallerin neler?
Önümüzdeki 10 yıl boyunca gençlerle daha fazla vakit geçirip deneyimlerimi paylaşabileceğim ve aynı zamanda onlardan daha çok şey öğrenebileceğim bir hayat hayal ediyorum. Planlarım arasında kitap yazmak da var.
-Mesleğinizin hayatınızdaki yeri ve önemi nedir?
Üniversite sınavına girip iletişim fakültesinde okurken bunu hayatımın mesleği haline getirmeyi hedefledim. Çalışma hayatımda farklı alanlarda çalıştığım dönemler olsa da yaptığım işlerde daima iletişimci kimliğimi yansıtmaya çalıştım. Mesleğimin hayatımdaki yeri aslında hayatımın kendisidir diyebilirim.
“GÖRELİ BİR KAVRAM”
– Herkesin şikayet ettiği ‘Vaktim yok’ kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Vaktim yok” demek aslında “Tercih etmiyorum” veya “Yeterince istemiyorum” demenin farklı bir versiyonudur. Zaman göreceli bir kavramdır ve hepimize eşit olarak dağıtılır. Elbette bu sınırlı kaynağı tercihlerimize ve önceliklerimize göre kullanacağız. Zamanım yok dediğimiz şey bizi mutsuz ediyorsa seçimlerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.
-Son olarak virüs nedeniyle yaz tatili planlarınızı değiştirdiniz mi?
Tatilimizi ertelemedik. Tatile planladığımızdan iki hafta önce çıktık, çünkü tatil sırasında otellerin çok kalabalık olabileceğini düşünüyorduk. Kaldığımız otelde ciddi önlemler aldık ve doluluk oranı yüzde 20 olduğundan çok daha fazla ilgi gördüğümüz, kendimizi özel hissettiğimiz bir tatil oldu.